Bir Adam, Bir Köy, Bir Orman Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 130-131
Bir Adam, Bir Köy, Bir Orman Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 130-131
Kırk yıl kadar önce, Alpler’in Fransa tarafında, turistlerin pek bilmediği kısımlarda seyahat
ediyordum. O sıralar bütün buralar çıplak ve renksiz bir arazi görünümündeydi. Yabani lavanta
çiçeklerinden başka hiçbir şey yetişmiyordu. Üç gün yürüdükten sonra terk edilmiş bir köyün
civarında çadır kurdum. (…) Burası, çatısı çökmüş beş altı evle içinde insanların yaşadığı bir
köyü anımsatıyordu ama hayat çoktan buradan elini çekmişti. Güneşli, parlak bir haziran günü
olmasına rağmen rüzgâr öylesine sert esiyordu ki çadırı bozup yeniden yola koyulmak zorunda
kaldım.
(…) Uzakta küçük, siyah bir siluet görerek bunu bir ağaç kütüğüne benzettim. Her ne olursa
olsun bu karaltıya doğru yürümeye başladım. Yaklaştığımda anladım ki uzaktan ağaç kütüğüne
benzeyen karaltı, çobana aitti. Sağında solunda ot arayan otuz kadar koyunla buralarda
yaşıyordu. (…)
Çoban pek konuşkan biri değildi. Ama kendine güveni tam bir insan izlenimi veriyordu.
Oturduğu taş kulübeyi kendi elleriyle yapmıştı. Kulübenin içi derli topluydu. Bulaşıklar yıkanmış,
odalar süpürülmüş, tüfek yağlanmıştı. Ateşin üstünde çorba kaynıyordu. Çobanın üstü
başı da temizdi.
Çorbasını benimle paylaştı. (…) Geceyi orada geçirmem gerektiğini anlamıştım. Zira çobanın
verdiği bilgiye göre en yakın köy buradan bir buçuk günlük bir mesafedeydi.
(…) Çoban bir torbadan yere bir yığın meşe palamudu döküp iyileri ile kötülerini ayırmaya
başlamıştı. Yardımcı olmak istedim ama bunun kendi işi olduğunu söyledi. Israr etmedim. Yüz
kadar çok iyi palamudu seçip ayırdıktan sonra ayıklama işini bıraktı ve yatmaya gitti…
Ertesi sabah kendisine, yanında bir daha kalıp kalamayacağımı sordum. Olumlu cevap verdi.
Kahvaltı namına bir şeyler yedikten sonra beraberce tepelere çıktık. Orada, elindeki uzun
sopayı toprağa daldırarak sopanın açtığı çukurlara birer palamut atmaya başladı. Misafiri olduğum
çoban, meşe ağacı dikiyordu.
Ona, bu arazinin kendisine mi ait olduğunu sordum.
“Hayır.” cevabını verdi.
Kimin olduğunu da bilmiyordu. (…) O, dün akşam seçtiği meşe palamutlarını açtığı çukurlara
birer birer yerleştirmekle meşguldü.
Sohbetimiz ilerledikçe sorduğum sorular sayesinde şunları öğrendim: Üç senedir bu çorak
tepelere meşe palamudu dikiyordu. Açtığı çukurlara bıraktığı meşe palamudu sayısı aşağı yukarı
yüz bini buluyordu ve bunlardan yaklaşık yirmi bini filiz vermişti. Filiz veren bu tohumlar
arasında da telef olup gidecekler de vardı. Ama şimdiye kadar tek bir ağacın yetişmediği bu
çorak tepelerde hiç olmazsa on bin meşe ağacının büyüyeceğini tahmin ediyordu.
Adamdan bu bilgileri aldıktan sonra yaşını merak etmeye başladım.
“Elli beş yaşındayım.” dedi.
Adı, Elzeard Bouffier (Elzar Bufiyer) idi. Bir zamanlar bir çiftliği ve çok sevdiği bir karısı, bir
de oğlu varmış. Önce oğlunu, arkasından da karısını kaybetmiş; çiftlik günlerinden geriye kalan
üç beş hayvanla buralarda yalnız başına yaşamaya başlamıştı.
Bu toprakların ağaçsızlık yüzünden ölmeye yüz tuttuğu düşüncesindeydi. Başka bir işi olmadığı
için elinden geldiğince bu toprakları kurtarmaya karar vermişti.
Kendisine:
“Otuz yıl sonra bu on bin meşeyle buralarda muazzam bir orman meydana getireceksin.”
dedim.
Mütevazı bir tavırla:
“Tanrı ömür verirse dikeceğim ağaçların yanında şimdikiler denizde bir damla su gibi kalır.”
dedi.
Şimdilerde, meşe palamudunun yanında gürgen ağacı da yetiştirmeye çalışıyor ve evinin
arka tarafında etrafı telle çevrili ufak bahçede bu iş için fidan yetiştiriyordu.
Ertesi gün kendisiyle vedalaştım. Alpler’in o kısımlarında birkaç hafta daha dolaştıktan
sonra evime döndüm.
Birkaç yıl sonra Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Askere çağrılanlar arasında olduğumdan
çoban Elzeard’ın diktiği ağaçları düşünecek hâlim yoktu.
Beş sene böylece geçti. Savaş bittikten sonra içimde temiz bir kır ve dağ havası alma isteği
duydum. Aklıma ilk gelen yer Alp Dağları’ydı. Bu sayede Elzeard Bouffier’in ne hâlde olduğunu
da öğrenebilirdim.
Elzeard ölmemişti. (…) 1910’da diktiği meşeler şimdi on yaşındaydılar ve ikimizin boyundan
da uzun hâle gelmişlerdi. Bu manzara karşısında ne diyeceğimi bilemedim.
Bütün günü pek konuşmadan, onun kendi elleriyle yetiştirdiği ormanda dolaşarak geçirdik.
(…) Bu yeni ziyaretimde, bu topraklara beş sene önce dikmiş olduğu kayın fidanlarını da
bana gösterdi. Onları, evvelce düşündüğü gibi vadinin nemli kısımlarına dikmişti. Vaktiyle çadır
kurmuş olduğum terk edilmiş köye geldiğimizde ise o sıralar kurumuş hâldeki su yataklarından
yeniden sular aktığını gördüm. Gördüğüm değişiklikler içinde beni en ziyade etkileyen de bu
oldu. Bölge ağaçlanıp buralar yeniden su tutar hâle gelince insanlar tekrar buraya gelmişti. Bu
terk edilmiş köy, yeniden dirilmiş gibiydi sanki.
Elzeard Bouffier’i en son 1945 yılı Haziran’ında gördüm. Artık seksen yedi yaşına gelmişti.
Aradan geçen zaman zarfında orman iyice büyüyüp gelişmiş, civarda yeni yeni binalar inşa
edilmiş; eski, terk edilmiş köy orta hâlli ve capcanlı bir kasabaya dönüşmüştü.
Şimdi refah ve mutluluk içinde bu beldede yaşamakta olan on bini aşkın insan, bu sonucu
Elzeard Bouffier’e borçluydu.
(…)
Jean GIONO
Başarı Sizsiniz/Bir Adam, Bir Köy, Bir Orman
(Kısaltılmıştır.)
Çeviren: Mustafa YURTTAŞ
Jean GIONO (Jan Jöno/1895 – 1970)
Fransız yazar; deneme, öykü ve roman türünde çok sayıda eser vermiştir.
Jean Giono, 30 Mart 1895’te Fransa’da doğan, 9 Ekim 1970’te ölen ünlü bir Fransız yazardır. Edebi kariyerine 1929’da “Colline” adlı romanıyla başlamıştır. Giono, genellikle doğa ve insan ilişkisi, köylü yaşamı, savaş sonrası dönem gibi temaları işleyen eserleriyle tanınır. Ayrıca, Provence bölgesinin güzelliklerini ve doğal unsurları anlatan ayrıntılı betimlemeleriyle de bilinir.
Eserlerinden bazıları şunlardır:
- Ağaç Diken Adam (L’Homme qui plantait des arbres): Bu kısa öykü, insanın doğaya olan etkisini ve ağaç dikmenin çevreye olan olumlu etkilerini vurgular. Aynı zamanda Giono’nun en bilinen eserlerinden biridir.
- Sevincim Eksilmesin Yeter ki (Que ma joie demeure): Giono’nun savaş sonrası dönemi anlattığı eserlerinden biridir. İnsanın içsel huzurunu koruma çabası etrafında döner.
- Dünyanın Şarkısı (Le Chant du Monde): Bu roman, sanat ve insanın evrenle ilişkisi üzerine derinlemesine düşünceler içerir. Giono’nun felsefi ve düşünsel yönünü yansıtır.
Jean Giono, natüralist ve pastoral temaları işleyen eserleriyle edebi dünyada kendine sağlam bir yer edinmiş bir yazardır. Aynı zamanda pacifist ve doğa dostu duruşuyla da bilinir.