GÜN DOĞACAK Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 65-66-67
GÜN DOĞACAK Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 65-66-67
Hadi BESLEYİCİ (1927 – 1986) Bir dönem gazetecilik yapan yazarın daimi mesleği öğretmenlik ve yazarlıktır.
Hadi Besleyici, 1927 yılında doğan ve 1986 yılında aramızdan ayrılan bir yazardır. Gazetecilik kariyerinin yanı sıra, daimi mesleği öğretmenlik ve yazarlık olarak bilinir. Yaklaşık elli çocuk kitabı ve piyesi bulunan Besleyici, özellikle çocuk edebiyatına katkıda bulunmuştur. Elliye yakın çocuk kitabı ve piyesleri vardır.
Bazı önemli eserleri şunlardır:
- Eskimo Hasan: Çocuklar için yazdığı bu eser, farklı kültürleri ve arkadaşlığı anlatan bir kitaptır.
- Göç Çocukları: Kitap, göçmen çocuklarının yaşadığı zorlukları ve dayanışmayı konu alır.
- Arkadaşım Cumhuriyet: Cumhuriyet dönemini anlatan ve çocuklara tarih bilinci kazandırmayı amaçlayan bir eserdir.
Besleyici’nin eserleri, çocukların dünyasına dokunarak onları eğlendirirken aynı zamanda öğretmeyi hedefler. Hem öğretmenlik kariyeriyle hem de yazarlığıyla Türk edebiyatına katkı sağlamış bir isimdir.
GÜN DOĞACAK Serbest Okuma Metni
ŞAHISLAR
Sahneye geliş sırasıyla Küçük Çoban, Fatma Kadın, Öğretmen (…)
BİRİNCİ PERDE
SAHNE:
Bir kır görünümü. Etrafta tek tük ağaçlar görünmektedir. 11 – 12 yaşlarında bir çocuk oturduğu taşın üzerinde çakı ile elinde bulunan bir kabuğu yontmaktadır. Beline sarılı bir dağarcık, koynunda ucu görünen bir kaval vardır. Bu, bir küçük çobandır. (…)
Küçük Çoban : (Yemekten kalkar. Gene taşın üzerine oturur, gözleri bir noktada.) Tutsaklık
bana zor geliyor diyorum ana. Ben köyümde özgür, dilediğimce yaşayayım
istiyorum. Bu yolda ölmem gerekli ise bırak öleyim. Yeter ki benden sonra
bu yamaçlarda koyun otlatacak küçük çobanlar, tarlalarda çalışacak gelinler,
kızlar, ak sakallı dedeler tutsaklık nedir bilmesinler, özgür yaşasınlar.
Fatma Kadın : Büyük adamlar gibi konuşuyorsun. Büyümüş de küçülmüş gibisin.
Küçük Çoban : Düşünüyorum ana… Düşündükçe de büyüyorum. Tüm düşünen insanlar böyledir.
Sessizce, kimse farkında olmadan büyürler.
Fatma Kadın : Anaların yüreğindeki çocuk büyümez oğul.
Küçük Çoban : Bırak ben büyüyeyim ana. Yarın sürüyü Gökçepınar’a götüreceğim. Çocuk olmadığımı,
büyüdüğümü anlayacaksın. (Silah sesleri duyulur. Fatma Kadın, Çoban’ın
kolundan tutarak ayağa fırlar.)
Fatma Kadın : Onlar… Silah atıyorlar. Bir şeyler oldu herhâlde… Kalk!.. Topla sürüyü köye
dönelim. Yarından tezi yok muhtarı göreyim. Sürüyü kime verecekse versin.
Seni salamam buralara. Haydi çabuk ol! Topla sürüyü…
Küçük Çoban : (Kolunu kurtarmaya çalışarak) Bırak ana! Tasalanma, bize göre bir şey yok.
Silah sesleri uzaklardan geliyor.
Fatma Kadın : (Heyecanla soluyarak) Bilmem ben onun orasını, sana sürüyü topla gidelim
diyorum. Bir şeyler olacak, biliyorum. Bunu bana yüreğim söylüyor.
Küçük Çoban : Hem sürüyü topla diyorsun hem de kolumu bırakmıyorsun. Beni serbest bırakmazsan
nasıl toplarım sürüyü?
Fatma Kadın : (Çoban’ın kolunu bırakır.) Üzüntüden akıl mı kaldı bende? Haydi koş.
Küçük Çoban: (Kolunu ovuşturur.) Kolumu amma da sıkmışsın. Ortada ne üzülecek ne de korkacak
bir şey var. Her zaman olağan şeyler bunlar… Bak silah sesleri de durdu.
(Bu sırada bir inilti duyulur.)
Fatma Kadın : Duydun mu?
Küçük Çoban: Neyi?
Fatma Kadın : Bir ses… Bir inilti… (İnleme daha yakından duyulur.) Dinle bak. (Heyecanla sesten yana döner.) Birisi inliyor. (Parmağı ile gösterir.) İnilti şuradan geliyor. Gidip bir bakayım.
Fatma Kadın : (Koşup önleyerek) Dur! Gitme sakın! (İnleme devam eder.)
Küçük Çoban: Bir hasta, belki de bir yaralıdır. Bırak ana, gidip bakayım.
Fatma Kadın : Ya onlardan biri ise…
Küçük Çoban: Ne fark eder?
Fatma Kadın : Sana kötülükleri dokunur.
Küçük Çoban: Yakınımızda burnumuzun dibinde yardım bekleyen bir insan var. İster dost ister düşman olsun. Onu orada göz göre göre ölüme bırakmak bize yakışmaz ana. Ben iyilik için gidiyorum. Karşılığında kötülük de görsem tasa değil benim için. Ben bize yakışanı yapacağım.
Fatma Kadın : (Bırakır.) Git. Kendini kolla.
Üzülme sen… (Koşarak iniltinin geldiği yönde kaybolur.)
Fatma Kadın : (Dua eder.) Allah’ım, sen onu koru…
(Seslenir.) Ana… Ana… Çabuk buraya gel! Yaralı yaban değil. Bizden. Gel de yardım et. (Fatma Kadın da aynı yöne gider. Bir süre sonra kucaklarında bir yaralı ile girerler. Yaralıyı oturdukları taşın yanına yatırırlar.)
(…)
Küçük Çoban: (…) Tutsaklığa kafa tutan… Tutsak yaşamaktansa seve seve ölmeyi seçen büyük
insan… (Su testisini anasına uzatarak) Yaralarını yıkayalım. Bayılmış. Belki kendisine gelir. Yarası nasıl, ağır mı acaba?
Fatma Kadın : (Yaralının göğsünü iyice açmıştır.) Omuz başından başka yerinde yarası görünmüyor.
Kurşun omuz kemiğini sıyırıp geçmiş. Koşmaktan fazla kan yitirmiş olmalı. (Koynundan çıkarttığı bir çevre ile silip yıkadığı yarayı sarmaya çalışır.)
Öğretmen: (Gözlerini açar, başını hafifçe doğrultarak) Neredeyim ben?
Küçük Çoban: Burada, bizim yanımızdasınız öğretmenim. Korkacak bir şey yok.
Öğretmen: Sen… Sen… Küçük Çoban, sen misin?
Küçük Çoban: Benim öğretmenim. Anamla sizi buraya getirdik. Yaralarınızı yıkadık, sardık.
Öğretmen: Size teşekkür ederim.
Küçük Çoban: Önemi yok öğretmenim. Sesini duyduk, seni alıp buraya getirdik.
Öğretmen: (Doğrulmaya çalışarak) Beni şimdi arıyorlar. İzlerler, buraya da gelirler. Yardım edin de ayağa kalkıp gideyim buradan.
Fatma Kadın : Bu yara ile bir yere gidemezsin oğlum. Seni köye götüreyim.
Öğretmen: Fakat…
Fatma Kadın : Fakatı yok bu işin. Hem çabuk olmamız gerekli. Seni izlerler.Küçük Çoban :
Küçük Çoban :
Öğretmen :
Küçük Çoban :
Fatma Kadın :
Öğretmen : Hayır, gitmeliyim. Çok önemli bir işim var. (Doğrulup kalkmak ister. Kalkamaz,
omzunu tutar.) Off! Omzum…
Fatma Kadın : Ben demedim mi sana. Yaran oldukça derin. Sonra bir hayli de kan yitirmişsin. Köye gitmekten başka çare yok. Bir kez köye varalım, seni arasalar da bulamazlar.
Öğretmen : Görevim var ana. (Küçük Çoban’la göz göze gelir.) Küçük Çoban!
Küçük Çoban : Buyur öğretmenim.
Öğretmen : (Hâlsiz) Sana okulda hep Küçük Çoban derdik. Şimdi daha büyümüş, yiğit bir
çocuk olmuşsun. Bana yardım edeceksin.
Küçük Çoban :Siz emredin öğretmenim.
Öğretmen : Anan haklı, ben bu yara ile bir yere gidemem. Gitsem de yakalanırım. Ceketimin
iç cebinde bir zarf olacak.
Küçük Çoban : Evet öğretmenim.
Öğretmen : Onu oradan al. Doğru Köse köye git. Oradaki karargâhımıza zarfı ver. Bu iş çok
önemli. Sakın düşman eline geçmesin. Zorda kalırsan zarfı yok et. Sakın düşmana
verme. Zarfı yok etmek zorunda kalsan bile birliğe gitmeyi unutma. Onlara
sadece şu sözleri söylersen yeter: Gün doğacak. Anlaşıldı mı?
Küçük Çoban : Anlaşıldı öğretmenim. Zarfı yok etmek zorunda kalırsam birliğe gidip “Gün doğacak!”
diyeceğim.
Öğretmen : Aferin Küçük Çoban! Sen tam bir askersin. Zarfı al cebimden.
Küçük Çoban : Aldım öğretmenim.
Öğretmen : (İyice bitkinleşmiştir, zayıf bir sesle) Çok iyi… Haydi koş… Durma yetiş! (Doğrulur,
eliyle omzunu tutar, yüzü buruşur ve bir ah çekerek yıkılır.)
Fatma Kadın : Bayıldı. Çabuk yardım et, sırtıma alıp köye götüreyim. Şimdi gelirler belki. Sen
de koş, zarfı yerine ilet. Asker olayım derdin, oldun işte. Bir zamanlar asker karısıydım,
şimdi asker anası oldum. (İç çeker.) Bu bizim yazgımız oğul. Tüm Türk
anaları ya asker karısıdır ya da asker anası. Ne diyeyim, seni Allah’ım korusun!
(Küçük Çoban yardım edip öğretmeni anasının sırtına bindirir.)
Küçük Çoban : (Sevinç içinde) Allah’a ısmarladık ana! Tasalanma, gün doğacak! (Çevik adımlarla
uzaklaşır.)
Fatma Kadın : (Sırtındaki öğretmenle Çoban’ın kaybolduğu yöne dönerek) Gün doğacak! Elbette
doğacak oğul. Her gecenin bir sabahı var. Güle güle git. Seni, bir gün batarken
uğurladım. Gün doğunca kapımda bulacağım. Tutsaklık zor oğul. Anan
bilmez sanma bu acıyı. Sen benim biricik oğlumdun; bu yurdun, bu toprakların
da çocuğusun. Sen gittin, öğretmenin kaldı bana. O da benim bir oğlum. Yarın
doğacak bebeler de benim çocuklarım. Git oğul, git! Tutsak yaşama, yaşatma!
Git, kömür gözlüm git!
(Sırtında yaralı öğretmenle uzaklaşırken perde kapanır.)
Hadi BESLEYİCİ
20 Okul Piyesi/Gün Doğacak
(Kısaltılmıştır.)