İmece Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 280-281-282-283
İmece Serbest Okuma Metni Cevapları Sayfa 280-281-282-283
İMECE
İlk gittiğim imeceyi hayal meyal anlıyorum. Köyün içinde bir bayram havası esiyordu. Bayram
havasından da öte bir şeyler. Düğünden öte bir sevinç. Köyün kızları Hıdırellez’de en güzel giysilerini
kuşanırlar, ellerine alca kınalar yakarlardı.
Bizim kalenin sırtları, kayalıkları renk renk giyinmiş kızların türküleriyle dolardı.
Ayna tutmayı bir Hıdırellez günü gördüm. Bir delikanlı kalenin üstünden, ta aşağıdaki Ceyhan
kıyısındaki düzlükte eğlenen kızların içindeki sevgilisine ayna tutuyordu. Sonra ayna tutmayı çok gördüm.
Aynanın şavkı, benim kafamda aşkla birleşti. Ne zaman ayna şavkı görsem aklıma hep renkli
Hıdırellez gelir. Aşk gelir. Bir çiçek, bir renk, bir doğa cümbüşünün içinde ayna şavkı. Aşka yakışır.
İmece günü de kızlar, delikanlılar en güzel giysilerini kuşanmışlardı. Köyün içinde birisi dolanıyor,
“İmeceye!” diye bağırıyordu. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı, herkes imeceye hazırlanıyordu.
Tanyerleri ışırken biz, bütün köy Kısıkgediği aşmış tarlalara düşmüştük, öndeki topluluktan bir
türkü geliyordu. Şimdiye kadar bu türküyü hiç duymamıştım. Belki köydeki kimse de duymamıştı. Bir
tuhaf, esikli kesikli, çok uzunlu, çok kısalı bir türküydü bu.
Türkü ne üstüne söylenmişti, neyi anlatıyordu bilmiyor, anlamıyordum. Çok kişi de bilmiyor, anlamıyordu.
Türküyü bir daha hiç duymadım. Kimin söylediğini de bilmiyorum. Çok kişiye sordum, kimsecikler
de o türküyü söyleyeni bilmiyordu. Bir gün, tanyerleri ağarırken bir türkü geldi geçti. Bir daha da kimsecikler duymayacak, bilmeyecek. Belki o anda, o kişi tarafından uydurulmuştu. Bu da olamazdı.
Uyduran, uydurduğu türküyü birkaç kere söylerdi hiç olmazsa.
Derken tarlaya geldik. Büyük bir tarlanın ekini biçilecekti. Şimdi aklımda kaldığına göre tarlanın
sahibi altı aydır hastaydı. Bu imece bir yardım imecesiydi. Tarlanın ekini biçilecek, sonra harman
edilecekti.
Orakları çeken delikanlılar, orta yaşlılar ekine hemen giriştiler. Kızlar, kadınlar desteleri harmana
hemencecik taşımaya başladılar. Yaşlılar harman yerinde kalmışlar, bir yandan konuşuyorlar, bir
yandan da harmanı yapıyorlar.
Bir türkü, bir kıyamettir gidiyordu.
Öğleye kalmadan daha, sarı sıcak çökmeden kocaman bir tarlanın ekini biçildi, harman edildi.
Sonra, belki on beş tane hayma yaptı delikanlılar. Büyük, üstü çiçekli otlarla örtülü haymalar.
Kocaman bir kazanda düğün yemeği gibi patatesli et pişiyordu. Bir kocaman kazanda da bulgur aşı.
Yemek koyuldu, yenildi içildi. Ama hemen köye dönülmedi.
Oyunlar başladı.
Bir yanda delikanlılar halay çektiler. Abdal Musa, zorlu davul çalıyordu. Hösük de zurnaya çökmüştü.
Sonra ustaca bir oyun oynadı. Türlü kılıklara girip oynadı, önce kirpi, sonra ayı, sonra sansar, tilki,
çakal oldu. Her girdiği donda o hayvanın huyunu husunu alıyordu. Tilkide kurnaz, çakalda hırsız,
öylesine gerçek öykünüyordu ki bu hayvanlara millet gülmekten kırılıyordu…
İmece cümbüşü o gün, gün batıncaya kadar sürdü. Herkes çalışmayı, her bir şeyi, yorgunluğu unutmuştu. Herkesin damağında eğlencenin tadı kalmıştı. Bu tarlayı hasta adamın karısı bir ayda
biçtirip harman edemezdi. Bir öğleye kadar iş tamam.
İmece türlü türlüdür. Bir de köyün ortak mallarının imecesi vardır. Bir de imama, öğretmene,
muhtara, ağaya imece yaparlar.
Bir de iki üç ev aralarında birleşirler, bir gün birincisinin ekinini, ikinci gün ikincisinin, üçüncü
gün üçüncüsünün… Sırasıyla… Ekinlerin oluşuna bakar. Kimin ekini erken yetmişse önce onunki…
Bütün bir köyün imeceyle iş gördüğü vardır.
Tarlada, o Çukurova’nın ıssız ovasında, o Orta Anadolu bozkırının bomboş boz kırında yalnız
çalışmanın ne demek olduğunu çalışanlar bilirler.
Köyde, bir evde, bir yerde imece olacağı, imeceye gidileceği bir hafta, on gün öncesinden duyurulurdu.
Benim gözüme uyku girmezdi imece gününe kadar. Çocuklar hep imece üstüne konuşurduk,
imece gününe kadar.
Hepimiz, bütün köyün çocukları, yalnız, kendi kendimize, kendi tarlamızda çalışmaktan o havadan
bıkmıştık, imece imdadımıza bir yetişirdi ki… Uzun zaman imeceyi unutamaz, ondan, türkülerden,
oyunlardan söz ederdik.
Bir imece daha olsun da bir cümbüş daha görelim diye can atardık, imecelerde en çok çalışanlar
da çocuklar olurdu.
Şimdi düşünüyorum da… Bir gün insanlar çalışmayı bu hâle getirseler… Böyle düğünlü bayramlı…
Çalışmak imecede bana hiçbir zaman zor gelmedi. Hiç kimseye de gelmemiştir. İmeceyle,
imece düğünüyle çalışma, insanların yaşayışlarını değiştirir. İnsanları daha insan yapar. Daha dost,
daha sevimli yapar.
Elden geldiğince Anadolu köylüsü imeceye koşuyor, imeceye can atıyor.
Karadeniz’de kayan, akan tarlalar vardır. Duymuşsunuzdur. Tarlaların topraklarını seller yamaçlardan
alır, koyaklara götürür, doldurur.
İşte bu koyaklardaki toprakları yukarıya, tarlaların yerine götürüp sermek gerekir. İşte bu toprakları yukarıya, dağların kayalık yamacına taşıyıp sermek, yeniden tarla yapmak
imeceyle olur. Bir tek kişi, ne kadar çalışkan olsa da tek başına tarlasını yapamaz.
1953 yılında Sürmene dolaylarında elli altmış kadını arkası arkasına dizilmiş, bir incecik çiğirden,
bir yamacı tırmanırken gördüm. Sırtlarındaki sepetlerde toprak vardı.
“Nedir bu?” dedim.
“İmece” dediler.
“Götürdüğünüz ne?” diye sordum.
“Toprak” dediler. Kışın tarlaları sel aldı gitti de… Şu aşağılara doldurdu da toprağı…
Bunların imecesi o kadar sevinçli değildi.
(…)
Şimdi hep aklımda. Çukurova’da, bir düzlükte, ortalık ıslak ot, çiçek kokarken bütün bir köy atıyla,
itiyle, çoluğu çocuğuyla, giyinmiş kuşanmış, düğüne bayrama, imeceye giderken önden, uzaktan
hiç duyulmamış bir türkü geldi kulağıma. Bir tuhaf bir türküydü. Tanyerleri ışıyordu.
İmeceler, benim aklımda hep imece düğünü olarak kaldı.
Bir de tanyerleri ışırken bir daha duymadığım, duyamayacağım bir türkü kaldı.
Yaşar KEMAL
(Kısaltılmıştır.)