Selim’i Anarım Metni Cevapları Sayfa 162-163-164-165-166-167-168-169
Selim’i Anarım Metni Cevapları Sayfa 162-163-164-165-166-167-168-169
HAZIRLIK ÇALIŞMASI
“Emek” kelimesi size neler çağrıştırıyor? Düşüncelerinizi söyleyiniz.
Emek kelimesi bana birçok şeyi çağrıştırıyor. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
- Çalışma ve gayret: Emek, bir amaca ulaşmak için harcanan çabayı ve gayreti temsil eder. Emek olmadan hiçbir şey elde edilemez. Başarı, emek ve alın terinin sonucudur.
- Üretim ve değer yaratma: Emek, insanın doğaya müdahalesi ve üretim sürecine katılımıdır. Emek sayesinde insan, ihtiyaçlarını karşılar ve yeni değerler yaratır.
- Fedakârlık ve özveri: Emek, çoğu zaman fedakârlık ve özveri gerektirir. Rahatlıktan vazgeçmek, zorluklara göğüs germek ve yorulmadan çalışmak emek kavramının önemli unsurlarıdır.
- Saygınlık ve değer: Emek, saygınlık ve değer görmeyi hak eder. Emek sömürüsü ve emeğin karşılığının verilmemesi kabul edilemez bir durumdur.
- Birlik ve dayanışma: Emek, insanları birleştiren ve dayanışmayı güçlendiren bir unsurdur. Ortak bir hedefe ulaşmak için birlikte emek vermek, insan ilişkilerini güçlendirir ve toplumu geliştirir.
Selim’i Anarım
Selim, ikinci kez yazıhaneme gelişinde, bir elinde, güllerden, katmerlerden, aslanağızlarından, şebboylara kadar karışık bir demet çiçek, bir elinde zor taşıdığı bir sepetle geldi.
Yazıhanemden içeriye adım attıktan sonra eşiğin hemen önünde duruşu, her zaman gülen gözleri canlı devinimleriyle sağını solunu araştırışı hâlâ gözümün önünde.
“Hoş geldin,” dedim.
Uzun uzun selâmlaşmayı, hal hatır sormayı gereksiz görerek kısaca “Hoş bulduk” dedi, hemen ardından sordu: “Bir çanağın var mı?”
“Ne çanağı?”
Anlamama kalmadı, “Ha buldum!” diye sepeti kapının içinde bıraktı, elindeki çiçeklerle kitaplığın orta tarafında boş duran vazoya doğru atıldı:
“Vazo mu?”
“Vazo mazo, her neyse! Biz ona çanak deriz, kap deriz kısacası. Çiçekleri yerleştirelim, sen şimdi ona bak! Suyu da yok bunun!..”
Yanımda çalışan çocuğa döndü:
“Koş oğlum şunu doldur da gel!”
Çocuk vazo elinde yazıhaneden fırladı.
Boğum boğum nasırlı, kütleşmiş parmaklarıyla çiçek demetini çözmeye başladı. Mırıldandım:
“Niye zahmet ettin?”
Omuz silkti:
“Zahmet mi olurmuş? Bunlar benim bahçenin çiçekleri.”
Çocuk hemen döndü. Vazoyu onun önüne, yazı masasının üstüne bıraktı. O çiçekleri vazoya kendi eliyle yerleştirdi. Sonra iki adım geri çekildi. Çiçeklerin duruşuna baktı:
“Nasıl? Bak gördün mü? Odanın görünüşü, havası değişti, daha bir keyifli çalışırsın şimdi…”
“Teşekkür ederim! Ben de severim çiçekleri, otursana!..”
Bana en yakın sandalyeye oturdu. Gözleri çiçeklerde…
“Bir adam çiçek, hayvan sevmedi mi at öylesini… Çok denenmiştir bu bizde… Sen çiçek seversin belli…”
Yine yazıhanemi gözden geçirmeye başladı:
“Güzel olmuş!.. diye yineledi. (…)”
“Ne saklıyayım geçen gelişimde sevmedim, beğenmedimdi burasını! Karanlıktı, haraptı!
Şimdi güzel olmuş!”
Eski bir deponun ön kesiminde, depodan bağdadi bölmelerle ayrılmış harap bir odaydı işe başladığım sırada yazıhanem. Elime biraz para geçince bağdadi bölmeleri, tavanı, tabanı değiştirdim, duvarları, kapı pencereleri yağlı boya ile boyattım. O gün bir de üstelik hava güneşliydi. Dört bir yan aydınlık, ışık içindeydi.
“İnsan oturduğu yeri gönendirmeli!”
“Ne yaparsın? dedim. Her şey zamanla… Yavaş yavaş…”
“Böylesi daha iyi! Ellerini sürdü önüme: Hep yavaş yavaş bulduk ne bulduksa! Hep bunlarla bulduk! Bizimkisi daha iyi! Sen yüreğini bozma, hazırın tadı yok!..”
Kahveler geldi.
“Davanı sormuyorsun?”
“Nesi var soracak?”
Tapu çıkaracaktık on dönüm tarlasına.
“Sen her ne gerekirse yapmışsındır elbet! Ben bir ihtiyacın var mı diye yoklamaya geldim, o kadar! Aklına başka şey gelmesin hani… Masraf falan ne lâzımsa söyle, çekinme…”
“İnce adamsın Selim!” demek geldi içimden. Demedim. “Ayın onyedisinde keşif var, mahkeme kurulu ile geleceğiz!”
Gözleri sağını solunu tarıyordu yine.
“Senin bu yazıhanenin eski hali, ilk gördüğüm hali var ya bey? Hatırladın mı?…”
“Evet…”
“Benim tarla aldığımda ondan da beterdi. Hayvanını bağlamazdı kimse. İyi oldu geleceğiniz!
Şimdi gelin de görün…”
“Önümüzdeki ayın onyedisinde…”
“İyi işte… O zaman gelince görürsünüz. Aldığımda ekildiğini gören hatırlayan yoktu.
Yaz kış su basardı. Kovalık, yılan, kurbağa yatağıydı mübarek! Ama gözüme kestirmiştim bir kere! Sığırtmaçtım ben. Sonrasında gündelikçiydim. Karı koca yemedik, içmedik, sabahakşam nerde kimin tarlasında iş varsa gittik, dişten tırnaktan artırdık, zorla üç beş kuruş sahibi olduk! Aradım buldum tarlanın mirasçısını, adamı Ödemiş’ten aldım geldim, her masrafını çektim, heyete varıp bir senet imzalamaya zor gönlünü ettim. Hani neredeyse, al senin olsun diyecekti bana…”
“Delisin dediler bana!” Güldüler! Bir yere kötü mü, Selim”in tarlası gibi derlerdi. (…)
“Sen etrafın güldüğüne bakma! Onlar babadan dededen hazır tarlaya konmuşlar sana bana gülerler elbet!” Âlem bir sürerdi tarlasını biz beş sürerdik, altı sürerdik. Gülerlerdi o zaman!
Ama gel de şimdi gör!…”
“Göreceğiz kısmetse…”
“Bütün Kilizman’da üstüne başka tarla varsa o zaman! O gülenlerin hepsinin gözü benim tarlada şimdi…”
Gitmek için kalktı.
“Başını ağrıttım. İşin vardır…”
Kapının yanında bıraktığı sepetin başında durdu.
“Bunlar benim bahçenin domatesleri, sana getirdim!”
Utandırıyordu beni. Sitem ettim:
“Oldu mu bu yaptığın? Sen benim hakkımı ödedin!”
“Hak mı bu? Hediye! İtalyan fidanı bunlar. Bu cinsi para da versen başka yerde bulamazsın…
Çocuk evin yolunu göstersin de gideyim sepeti boşaltayım…”
Günü gelince yargıç, tutanak yazıcısı, tapu fen memuru bir taksiye dolduk, Selim’in tarlasına gittik.
Damının önünde, asmanın altında, masa, sandalyeler hazırlanmıştı bize. Oturup yerleştik.
Selim yanıbaşımdaydı:
“Bu gördüğün dam var ya?”
“Evet?”
Badanalana badanalana, kat kat sıvası kireç tutmuş tek katlı küçük dam, arkasında arabalık, ahır, samanlık…
“İlkin damı yaptık, karı koca başımızı soktuk! Sırası geldi ahırı ekledik, samanlığı ekledik, arabalığı ekledik…”
Damın önünde iki köşede iki asma yetiştirmişti. Dört tarafta beyaz badanalı tenekeler,
saksılar içinde küpe çiçekleri, ortancalar, karanfiller. Tarhlarda ıtırlar, sardunyalar, katmerler,
şebboylar, akşamsefaları, daha türlü çiçekler…
“Bunları hep biz diktik, biz yetiştirdik…”
Yargıç tanıkları dinledi. Ardından fen memuru ile tarlayı ölçmeye çıktık.
Kına gibi derler o taraflarda iyi işlenmiş topraklara. Selim’in bahçesi kına gibiydi. Dört yanında su basmasın diye bele kadar hendekler açmıştı tarlasının. Damının hemen üç beş adım ötesinde bir kuyu açmış, bir motor oturtmuştu. Motordan iki bilek kalınlığında gür bir su fışkırıyor, arıklara yollanıyordu.
“Görüyorsun ya, komşu tarla ne halde! Kovalık, bataklık, burası da öyleydi aldığımda. Bu hendekleri, bu kuyuyu, bu motoru hep yavaş yavaş zamanla bulduk, bu ellerle…”
Ölçü tamamlandı. Asmanın yanında bizi bekleyen yargıcın yanına döndük. Yapacak başka işimiz kalmamıştı. Yargıç kalkmak istedi. Selim bırakmadı.
“Bizim için yoruldun Hâkim Efendi, bir ayranımızı iç…” Karısı damın kapı aralığından, kalaylı bir tepsi içinde, dilim dilim kestiği olgun, iri bir karpuz, kuyuda soğuttuğu bir güğüm ayran, dantelli beyaz örtülü daha küçük bir tepsi içinde birkaç bardak uzattı.
“Bu ne zahmet, dedi yargıç, sonra ekledi: “Ortancaların güzel, bütün çiçeklerin güzel, bahçen çok güzel! Selim Efendi…”
Bundan çok hoşlanacağı söz olamazdı Selim’in:
“Sahi sevdin mi Hâkim Efendi? Sevdinse şimdi tam zamanı, ortancalardan, küpelerden aşlar getiririm sana…”
Yargıç çekinirdi böyle şeylerden.
“Bahçende durduğu daha iyi, biz memuruz, bugün burda yarın orda. Kim taşıyacak?”
Selim”in gizli kapaklısı yoktu hiç:
“Benim davamda niza yok, itiraz yok Hâkim Efendi! Ne çekiniyorsun? Beğendin sevdinse iste, hatırım olur. Giderken götüremezsen komşuna verirsin…”
Yargıç güldü: “Sen bilirsin öyleyse, dedi, zahmet olmazsa getir…”
Selim’le üç yıl sonra son olarak Yalı kahvelerinin önünde karşılaştık.
(…)
Her ayak bastığı yere güller, asmalar diken, her dost bildiğine katmerler, ortancalar götüren
Selim! Yurdumuzun neresinde işlenmemiş bir parça toprak, gen bir tarla görsem seni anarım! “Selim olsa, derim, bu tarla Selim’in eline geçse!..”
Necati CUMALI
Susuz Yaz
(Kısaltılmıştır.)
Necati Cumalı’nın Hayatı ve Edebi Kişiliği
Hayatı:
- 1921 yılında İstanbul’da doğdu.
- Liseyi bitirdikten sonra çeşitli gazetelerde muhabir ve yazar olarak çalıştı.
- İlk romanı “Bir Düğün Gecesi” 1946 yılında yayımlandı.
- Hikaye, roman, şiir, deneme ve tiyatro gibi birçok türde eser verdi.
- 1985 yılında aramızdan ayrıldı.
Edebi Kişiliği:
- Eserlerinde genellikle Anadolu insanının yaşamını ve sorunlarını konu aldı.
- Toplumsal gerçekçi bir bakış açısına sahipti.
- Dilini sade ve akıcı bir şekilde kullanmıştır.
- Eserlerinde psikolojik çözümlemelere de yer verdi.
- Romanlarında kahramanlarının iç dünyalarını derinlemesine inceledi.
- Hikayelerinde genellikle köy ve kasaba yaşamından kesitler sundu.
- Şiirlerinde lirik ve romantik bir tarz hakimdir.
- Denemelerinde toplumsal ve siyasi konulara değindi.
- Tiyatro eserlerinde ise insan ilişkilerini ve ahlaki sorunları işledi.
Eserlerinden Örnekler:
- Romanlar: Bir Düğün Gecesi, Suskunlar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
- Hikâye Kitapları: Dumanlı Sokaklar, Umutsuzlar Parkı, Beş Hikaye
- Şiir Kitapları: Çevrim, Sesler, Yalnızlık
- Deneme Kitapları: Bir Adam Yaratmak, Edebiyat Üzerine Makaleler
- Tiyatro Eserleri: Merhaba, Sabahattin Ali’yi Anmak İçin
Necati Cumalı, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biridir. Eserleriyle Türk edebiyatına önemli katkılar yapmıştır.
- ETKİNLİK
Okuduğunuz metindeki anlamını bilmediğiniz kelime ya da kelime gruplarını aşağıya yazınız.
Metindeki anlamını bilmediğiniz kelime ya da kelime gruplarının anlamını metnin bağlamından hareketle tahmin ediniz. Tahminlerinizin doğruluğunu TDK Güncel Türkçe Sözlük’ten kontrol ediniz. Anlamını öğrendiğiniz yeni kelime/kelime gruplarını sözlüğünüze yazınız. Öğrendiğiniz kelimeleri birer cümlede kullanınız.
Kelime/Kelime Grubu: Tarh
Tahminî Anlamı: Bahçelerde çiçek dikmeye ayrılmış yer
Cümlem: Çiçek tarhları üzerinde küçük sinek kümeleri görünüyor.
Kelime/Kelime Grubu: Şebboy
Tahminî Anlamı: Turpgillerden, güzel kokulu, dar yapraklı, değişik renkli çiçekleri olan, çok yıllık ve otsu bir süs bitkisi
Cümlem: Dedem şebboy yetiştiriciliği konusunda çok titiz davranırdı.
Kelime/Kelime Grubu: Niza
Tahminî Anlamı: Çekişme, bozuşma, kavga
Cümlem: Davalılar arasındaki niza bir tülü durulmak bilmiyordu.
- ETKİNLİK
Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız.
- Selim, ilk gelişinde avukatın iş yerini neden sevmemiştir?
Selim, ilk gelişinde avukatın iş yerini karanlık, harap ve dağınık olduğu için sevmemiştir.
- Selim, tarlayı almadan önce tarla ne hâldeydi?
Selim tarlayı almadan önce tarla ekilmemiş, su basmış, kovacık, yılan ve kurbağa yatağı bir yermiş.
- Karısıyla birlikte çalışan Selim, tarlada ne gibi değişiklikler yapmıştır?
Selim ve karısı tarlayı ekilebilir hâle getirmiş, hendekler açarak su basmasını engellemiş, kuyu açıp motor kurarak sulama sistemini kurmuş ve çeşitli çiçekler dikmişlerdir.
- Avukat, Selim’in tarlasını ney benzetmiştir? Neden?
Avukat, Selim’in tarlasını “kına gibi” topraklara benzetmiştir. Kına, o bölgede iyi işlenmiş topraklara verilen bir isimdir. Selim’in tarlası da çok iyi işlenmiş, verimli ve güzel bir tarla olduğu için avukat bu benzetmeyi yapmıştır.
- Avukat niçin Selim’i anmaktadır?
Avukat, Selim’i çalışkanlığı, azmi, doğaya ve emeğe saygısı, cömertliği ve dost canlısı tavrı için anmaktadır.
- ETKİNLİK
Okuduğunuz metnin konusunu ve ana fikrini aşağıya yazınız.
Metnin Konusu: Selim’in çalışkanlığı, azmi ve doğaya olan sevgisi ile harap bir tarlayı verimli ve güzel bir bahçeye dönüştürmesi
Metnin Ana Fikri: Emek ve azimle her şeyin üstesinden gelmek, çevreyi yaşanabilir kılmak mümkündür.
- ETKİNLİK
Okuduğunuz “Selim’i Anarken” adlı metindeki hikâye unsurlarını belirleyerek aşağıya yazınız.
Yer:
- Avukatın yazıhanesi
- Selim’in tarlası
- Yalı kahveleri
Zaman: Belirli bir zaman dilimi verilmemiştir.
Kişiler/Varlıklar:
Selim: Çalışkan, azimli, doğaya ve emeğe saygılı, cömert ve dost canlısı bir adam.
Avukat: Selim’in avukatı ve dostu.
Selim’in eşi: Selim’e her konuda destek olan çalışkan bir kadın.
Yargıç: Selim’in tarlasıyla ilgili davaya bakan kişi.
Komşular ve dostlar
Olay Örgüsü:
- Selim, avukatın yazıhanesine ilk kez gelir ve avukatın çalışma ortamını beğenmez.
- Selim, harap bir tarla alır ve karısıyla birlikte çok çalışarak tarlayı verimli ve güzel bir bahçeye dönüştürür.
- Avukat ve yargıç, Selim’in tarlasını görmeye gelirler ve tarladan çok etkilenirler.
- Selim, avukata ve yargıca bahçesinden çiçekler verir.
- Yıllar sonra Selim ve Avukat Yalı kahvelerinde karşılaşır ve sohbet ederler.
- ETKİNLİK
Okuduğunuz metindeki gerçek ve kurgusal unsurları tespit ediniz. Tespit ettiğiniz gerçek ve kurgusal unsurları aşağıya yazınız.
Gerçek Unsurlar:
- Coğrafi isimler (Ödemiş, Kilizman) gerçek yerleri ifade eder.
- Bahsedilen işler (yargıç, tutanak yazıcısı, tapu fen memuru) ve prosedürler (keşif, mahkeme, tanıklık) gerçek dünyadaki prosedürleri yansıtır.
- Tarım ve bahçecilikle ilgili detaylar (tarla ekimi, su basması, drenaj hendekleri, domates fidanları) gerçekçi ve somut bilgilere dayanır.
Kurgusal Unsurlar:
Hikâyede anlatılan tarlanın kısa sürede çok güzel bir bahçeye dönüşmesi kurgusal bir abartı olabilir.
- ETKİNLİK
Sınıfınızda “emek”, “tembellik” ve “çalışkanlık” kelimelerinin size çağrıştırdıklarıyla ilgili bir konuşma yapınız. Konuşmanızda eleştirel konuşma stratejisini uygulayınız. Konuşmanızda ele aldığınız konuyu olumlu ya da olumsuz yanlarıyla, tarafsız bir bakış açısıyla değerlendirerek farklı fikirler ve yaklaşımlar üretiniz. Konuşmalarınızda uygun geçiş ve bağlantı ifadeleri kullanmaya özen gösteriniz.
Merhaba arkadaşlar,
Bugün sizlerle “emek”, “tembellik” ve “çalışkanlık” kelimelerinin bana çağrıştırdıklarını konuşmak istiyorum.
Emek, bir amaca ulaşmak için harcadığımız bedensel ve zihinsel çabadır. Emek olmadan hiçbir şey başaramayız. Ders çalışmak, spor yapmak, sanat üretmek, ev işleri yapmak… Hayatımızdaki her şey emek gerektirir.
Tembellik ise emekten kaçınma eğilimidir. Tembellik bize kısa vadede rahatlık gibi görünse de, uzun vadede pişmanlık ve başarısızlık duygusuna yol açar. Tembellik bizi hedeflerimizden uzaklaştırır ve potansiyelimizi gerçekleştirmemizi engeller.
Çalışkanlık ise emeğe ve gayrete önem vermeyi ifade eder. Çalışkan insanlar zorluklar karşısında yılmazlar ve hedeflerine ulaşmak için azimle çalışırlar. Çalışkanlık bize başarı, mutluluk ve özgüven kazandırır.
Emek ve çalışkanlık arasındaki ilişkiyi şöyle düşünebiliriz: Emek, bir tohum ekmek gibidir. Çalışkanlık ise o tohumu sulamak, gübrelemek ve güneş ışığıyla beslemek gibidir. Emek ve çalışkanlık bir araya geldiğinde, tohum filizlenir ve büyür. Sonunda da emeğimizin karşılığını alırız.
Tembellik ise bu sürecin aksamasına neden olur. Tohumu ekersek ama sulamazsak, gübrelemezsek ve güneş ışığıyla beslemezsek, tohum kurur ve ölür. Aynı şekilde, emek vermeden çalışkan olmayı da bekleyemeyiz.
Sonuç olarak emek ve çalışkanlık, başarı ve mutluluğun anahtarıdır. Tembellik ise bizi hedeflerimizden uzaklaştıran ve pişmanlık duygusuna yol açan bir eğilimdir. Bu nedenle, hayatımızda emeğe ve çalışkanlığa önem vermeli, tembellikten uzak durmalıyız.
Teşekkür ederim.
- ETKİNLİK
Aşağıya “serbest yazma” yöntemini kullanarak seçeceğiniz bir konuda masal yazınız.
Metni yazarken yazım kurallarına uymaya özen gösteriniz. Bu amaçla yazım kılavuzundan yararlanabilirsiniz. Metninizi gözden geçirirken varsa metninizdeki yazım, noktalama hatalarını ve anlatım bozukluklarını düzeltiniz. Yazdığınız metni sınıfta arkadaşlarınıza okuyunuz.
Küçük Tilki ve Kayıp Ayı
Evvel zaman içinde ıssız ormanlarda yaşayan Fındık adında küçük bir tilki vardı. Küçük tilki Fındık, ormanın derinliklerinde yaşayan meraklı ve maceracı bir ruha sahipti. Bir gün, ormanda dolaşırken garip bir ses duydu. Ses, sanki birisi ağlıyormuş gibiydi. Sesi takip ederek, gizemli bir mağaraya ulaştı. Mağaranın girişinde iri bir ayı oturuyordu ve hıçkırıklarla ağlıyordu.
Fındık, tedirgin bir şekilde ayıya yaklaştı ve “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Ayı, hıçkırıklarını bastırarak “Kayboldum,” dedi. “Arkadaşlarımla pikniğe gelmiştik, ama onlardan ayrıldım ve şimdi eve dönemiyorum.”
Fındık’ın kalbi, ayının üzüntüsüne karşı yumuşadı. Ona yardım etmek istiyordu. “Merak etme,” dedi. “Sana yardım edeceğim.” Fındık, ayının tarif ettiği yere gitmek için yola koyuldu. Yol boyunca, diğer hayvanlara ayıyı gördükleri olup olmadığını sordu. Sincap, tavşan ve baykuş ile konuştu, ama hiçbiri ayıya rastlamamıştı.
Fındık, umutsuzluğa kapılmak üzereyken, bir dere kenarında ayının arkadaşlarıyla karşılaştı. Arkadaşları, onu endişeyle arıyorlardı. Fındık, ayıyı bulduğunu ve ona yardım ettiğini söyledi. Ayının arkadaşları, Fındık’a minnettardılar ve ona teşekkür ettiler.
Fındık, bu maceradan sonra önemli bir ders aldı. Yardımseverlik ve iyilik her zaman karşılığını bulurdu. Küçük bir tilki bile, ihtiyacı olan birine yardım edecek güce sahipti. O günden sonra, Fındık ormanda yardımseverliği ile tanınmaya başladı. Herkes, zor durumda olan bir hayvan gördüğünde Fındık’a koşardı. Fındık ise, her zaman yardım etmeye hazırdı.
Fındık ve ayı, o günden sonra dost oldular. Birlikte ormanda maceralara atıldılar ve birbirlerine her zaman destek oldular. Fındık, ayının kaybolmasına yardım ederek, sadece bir ayıya değil, aynı zamanda dostluğun ve yardımseverliğin önemine de ışık tutmuştu.